Psikanalizin nesne ilişkileri ekolünde meme, bir bebeğin hayata göz açtığı andan itibaren anneyi temsilen tanıdığı ilk nesne olarak görülür. Meme doluyken doyurandır, boşken kötü hissettirendir. Meme bereketlidir, yine dolar. Birinde süt biterse, diğerinde vardır. Memeyi emmek bebeği sakinleştirir, ruhen de barındırır. Dolayısıyla teorik olarak bebeğin anneyle olan ilişkisindeki birçok olgu ilk başta memede hayat bulur. Bebeğin memeyle olan ilişkisi, ilk sevgi ilişkisidir. Anne, bütün olarak çocuğun zihninde çok daha sonları oluşur. Bu sebeple çocuğun ilerideki bağlanma modellerinin temelini, ilk olarak memeyle olan ilişkisi temellendirir. Buradan hareketle insan ruhsallığının temel nesnesi olan memenin önemi ve bu organda meydana gelen bir kanser, ruh ve beden arasındaki ilişkiyi irdelememize olanak sağlamaktadır. Öte yandan psikanalizde memenin bu kadar büyük önemi olmakla birlikte, meme kanseriyle ilgili yapılmış araştırmalar daha çok teorik olarak kalmıştır. Meme kanserinin bugün dünyada kadınların en çok yakalandığı kanser türü olduğunu ve psikanalizin memeye verdiği önemi gözler önünde bulundurunca kanser ve psikoloji alanındaki araştırmalara daha çok ihtiyacımız olduğunu anlıyoruz.
Meme kanseri tanısı ilk olarak konduğunda, şokun yanı sıra birçok belirsizliği de beraberinde getirir. Bunlar hastalığın ne kadar yaygın olduğunun bilinmemesinden, ameliyatta memenin ne kadar alınacağına, kemoterapi uygulanıp uygulanmayacağından, tedavinin kaç kür süreceğine kadarki süreci kapsayabilir. Bu belirsizlikle baş etmek neredeyse kanser tanısı almaktan zordur. Hastalar açısından ilk söylenecek şey ameliyata kadar olan bu tartışmalı ve koşturmalı sürecin, psikolojik olarak tüm sürecin en zor olduğudur. Kişi neler yaşayacağını bilmez, korkar, doktorun söylediklerini anlayamaz. İşin içine birdenbire birçok doktor (genel cerrah, medikal onkolog, radyasyon onkoloğu, radyoloji uzmanı, patolog) girer.
Meme kanseri tanısı almış bir kişiye gerçekten iyi gelecek olan şey; tam anlamıyla içinde bulunduğu belirsizliği, sebepsizliği, isyanını, korkularını dile getirebilmek ve içinden geçtiği sürecin ne denli insanca olduğunu görebilmektir. Bunu yapmakta en çok zorlanan kişiler mükemmeliyetçi, çevreleri tarafından hep güçlü ve neşeli olarak görünmeye önem veren kimseler olarak ön plana çıkmaktadır. Meme kanseri ile baş ederken herkes farklı şekillerde etkilenebilir. Bu durum çok daha iyi durumda görünen bir kişinin yaşadıklarını, daha ileri evre bir meme kanseriyle baş eden bir kişiden çok daha zor yaşamasına sebep olabilir. Toplumumuzda çok yaygın olan bir sorun; kişi meme kanseri tanısı aldığını söylediğinde, etrafındaki kişilerinin kendi yakınlarının başlarına gelenlerden bahsetmeleridir. Birçok meme kanseri tanısı almış kadın bu sebeple hastalığını saklamakta ve yaşadıklarını kimseye belli etmemeye çalışmaktadır. Bu durum, kişiye genellikle güç vermekten çok uzaktır, hatta sinir bozucu hale gelebilmektedir. Böyle durumlarda meme kanseriyle baş eden kişinin kararlı bir şekilde karşısındakini durdurması, gerekirse böyle kişilerle önceden bir konuşma yapması yararlı olacaktır.
Meme kanseri tanısı aldığında kişinin en büyük ihtiyacı, kendisine biraz düşünmek için fırsat verilmesi ve yakınları tarafından nefes alabileceği bir alan tanınmasıdır. Bu da kişiye içinde bulunduğu karmaşıklığı biraz düzenleyebileceği bir zaman kazandırır, duygularını tartmasını sağlar ve birbiri ardına birçok uzman tarafından bombardıman halinde ona sayılmış olan bilgileri biraz olsun hazmetmesine yardımcı olur.
Bir diğer konu, hastanın ailesini ve çevresini korumak amacıyla hastalığının tanısını, duygularını ve yaşadıklarını aktarmamayı seçmesidir ki bu bizce hastaya en çok zarar veren yaklaşımlardan biridir. Meme kanseri tanısı almış bir kadın, kendi gücünü abartma eğilimindedir. Bu sebeple kendi ailesini, özellikle çocukları ve yaşlı kimseleri korumak amacıyla hastalığını gizleyebilir. Onunla aynı evde yaşayan çocuklar söz konusuysa, bu durumun çocukların psikolojisini de çok olumsuz etkileyeceği unutulmamalıdır. Çocuklar evde olumsuzluk olduğunu hemen hissedip algıladıkları için onlara elle tutulur ve akılcı bir açıklama getirmediğimiz sürece, kendi duygularında en kötüyü düşünür ve korkmaya başlarlar. Yani bir ameliyat olduğunuzu, belki saçlarınızın dökülmesine yol açacak ve sizi yoracak bir ilaç kullanacağınızı ancak daha sonra iyileşeceğinizi söylemek yerine, hiçbir şey yokmuş gibi davranırsanız, çocuğunuz genellikle size inanmış gibi görünüp içten içe öleceğinizden korkacaktır. Dolayısıyla çocuklara yeterli ölçüde, ama dürüst bir açıklama getirmek çok önemlidir.
Yaşlı insanlar söz konusu olduğunda ise, hastalar genellikle onları üzmekten kaçındıkları için hastalıklarını gizlediklerini söylerler. Bu durum hayat tecrübesi bizden çok daha engin olan büyükleri hafife almakla kalmayıp hastalıkla baş eden kişi için birçok külfeti de beraberinde getirmektedir. Sürekli olarak dikkatli davranmak ve konuşmak, gerçekleri gizlemeye çalışmak çok yorucu ve yıpratıcı olabilir. Üstelik de tam da anne-baba şefkatine ve ilgisine ihtiyaç duyulan bir dönemde onları kendinizden uzaklaştırmak, kişinin kendisini büsbütün yalnız hissetmesine yol açacaktır. Aynı şekilde anne-baba kendilerinden saklanan bir olumsuzluk olduğunu muhtemelen hissedecek ve bu durum karşısında içten içe üzüleceklerdir. Kendileriyle gerçekler paylaşıldığında ise belki ilk başta şoka uğrayıp üzülseler de zaman içerisinde bunu atlatabilmekte, güçlerini kişiye destek olmak için kullanabilmektedirler. Yine son dönemlerde sıklıkla sözü geçen ve düşünce gücünün önemini vurgulayan bazı öğretiler (sır, düşünce gücü gibi), kişilere başlarına gelen şeyleri aslında kendilerinin çağırdığını önermektedir. Her ne sebeple olursa olsun, özellikle erken teşhisin hayati önem taşıdığı bir hastalık olan meme kanserinde, kadınların doktorların önerdiği sıklıkta kontrollerine gitmesi gerekmektedir.
İlgili diğer makaleler: